Yarı ışıklı bir odada yatağının üzerine oturmuş genç şarkıcı, gitarı ile bir şarkıya başlıyor. Devamında solist, 1970 yıllara ait bir Mercedes taksinin direksiyonunda İstanbul’un sokaklarında turluyor, üzerinde taba rengi düğmeli bir deri mont ile de barlara, yaşıtlarının devam ettiği eğlence mekânlara uğruyor. Bazen de yaya olarak İstanbul’un işlek bir caddesinde elleri cebinde ve yalnız turluyor. Arada sarı bir Mercedes ticari taksi ile de geçişiyorlar. Caddenin üzerindeki lüks mağazaların isimleri belli belirsiz geçiyor ama en okunaklısı Hermes oluyor. Sanırım bu iki marka, Paramparça klibinin de sponsoru. Klipteki genç, hüzünlü olduğu kadar büyümenin kendine yüklediği ağırlığı da taşımaya kararlı gibi gözüküyordu. Pop şarkıcısı Teoman’ı, ilk kez sözü ve müziği kendisine ait ‘Paramparça’yı dinlediğimde fark ettim. Daha önce de ismini duymama rağmen söylediği müzik türüne, yaşım gereği pek ilgi duymamıştım. Şarkının sözleri beni hayli etkilemiş aynı zamanda üzerinde düşünmeme de fırsat tanımıştı. Çünkü şarkının en vurucu dizesi olan "Bugün benim doğum günüm, hem sarhoşum, hem yastayım, bir bar taburesi üstünde, babamın öldüğü yaştayım..."feryadı, içinde, her çocuğun atlaması gereken bir eşiği atladığı halde, o anın burukluğunun bu ölçüde derin olmasına duyulan şaşkınlık ve acıyı da hatırlatıyordu.
Aynı sesin değişik bir tonunu, on yıl önce vefat eden kardeşim Arkan’ın ağzından da işitmiş olduğumu içim burkularak anımsadım. Kardeşim 45 yaşında vefat etti. Vefatından bir yıl önce, kalp rahatsızlığı için kontrole gittiğimiz bir hastanede, babamızın 48 yaşında vefat etmesi gerçeğine vurgu yaparak bana: ‘bakalım o yaşı geçebilecek miyim abi?” Demişti. Ben ise ona moral vermek adına “tabii ki geçeceksin, takma kafanı, demiştim.” Ama onun dediği oldu. Bir yıl sonra, kırk altı yaşına girdikten bir gün sonra, Ankara Hacettepe’de gözlerini bu dünyaya yumdu. Demek ki babasının ölüm tarihini geçme duygusu her çocuğun zihnimde çengelli bir soru gibi asılıymış.
“Ben yaralı yüzleri, iz taşıyan suratları daha çok severim. Baktığım zaman pırıl pırıl, defosuz bir yüz o kadar ilgimi çekmez. O yüzden benim İstanbul’um da böyle, rimeli akmış ve biraz kilolu. Sy:168.” diyen Teoman’ın babası avukat Hasan Basri Yakupoğlu, 1931 doğumlu. Otuz üç yaşında iken vefat etmiş. Babası öldüğünde Teoman iki buçuk yaşındadır. Hasan Basri Bey, şiire meraklı, Ecevit hayranı ve mavi gömlek giyen birisidir. Babası ile hatırladığı iki kareyi Teoman şöyle anlatır: “1-) ağlıyorum, içeriden biri bana doğru koşuyor. Babam o. "korkma" diyor. Beni kucağına alıyor, hafif yukarıya kaldırıyor, sıkı sıkı sarılıyor. Kendimi müthiş güvende hissediyorum. 2-) babam hasta yatağında öksürüyor.
FASA FİSO’da Alucra Lafzı:
Fasa Fiso, 2018’de Hep Kitaptan’ dan çıkan Teoman’ın kendi hayatının dönüm noktalarını anlattığı ve girişinde şöyle bir ifadenin bulunduğu ilk kitabı: Dünyaya kazık çakmak gibi isteklerim var. Daha sonra beni çok kişi hatırlasın, 1997” Fasa Fisao’nun 29, 30 ve 181. Sayfalarında Alucra lafzı geçiyor.
Sayfa 29: Alucra: İlkokulu bitirince köye, Giresun Alucra’nın Babapınar (eski ismi Parak –Parak ismini, ben ekledim) köyüne gidiyoruz annemle. Büyük amcam ve bir sürü akrabam orada yaşıyor. Bana küçükken öğretmişlerdi zaten, ben Alucralıyım. Ev köy evi gibi değil, iki katlı kocaman bir şey. Köyde elektrik yok. Gaz lambası var./… Köyde sömestr bitmemiş, bir iki hafta daha var. Öğretmen benimle tanışınca, yardım istiyor. Meğerse tek öğretmen oymuş./… Köyden Alucra’ya eşekle gidiyorum. Amcam yürüyor, ben fazla tekmelemeden yanında eşekle gitmeye çalışıyorum. Eşeğim hamile./… Alucra’da gazete bayilerine gidiyoruz, ben dergi, kitap falan seçiyorum amcamla. O bana illa döner yedirmek istiyor, etleri çok güzelmiş Alucra’nın, ama dönerler çok sert ve yağlı. Midem bulanıyor, yiyemiyorum ama yine de ara sıra deniyoruz döner yemeyi, hiçbirinde yiyemiyorum./…
Sayfa 30: “Yaz olmasına rağmen her gece yağmur yağıyor Alucra’da/… Okuldaki çocuklar hiçbir şey bilmiyorlar. Hoca yazılı sorularını söyleyip gidiyor, başlarında duruyorum. Soruları duyunca, hepsi şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyor. ‘Nasıl yani’ diyorum kendime. ‘Bu çocuklar nasıl oluyor da Mehmetçik’in bile anlamını bilmiyorlar?’ Sınav kâğıtlarını okuyup hocaya hemen hemen hepsinin sınıfta kalmasını gerektiğini söylüyorum. ‘Olmaz öyle’ diyor. Bu çocuklar zaten okumayacaklarmış. Mezun ediyoruz 5 öğrencilerini. Alucra’yı çok seviyorum. İstanbul’a dönmeyi hiç istemiyorum. Burada mutluyum. Ama yaz bitiyor. ”
Sayfa 181: Halam arıyor. Giresun Alucra’dan bana pestil getirmiş. Ziyaretine gitmemi istiyor, bana katmer yapacakmış o gün/... – Hayat akıp gitmiş, sen köşeleri olmayan, düşünceli ve pazarlıkçı bir yapıya dönüşmüşsün. O zaman huzursuzluk ve tansiyonun olduğu yerlere atıyorsun kendini yeniden. ‘Tamam, hala cesurum ve kaybedecek bir şeyim yok!’ Parti, yüksek ses, duygusuzluk, aşırılık ve eğlence demek… Orası seni çekiyor ve ihtiyacın olan bütün aşırı uçları veriyor sana. Sonra yine uysallaşmak ve daha iyi bir insan olmak istiyorsun, bir kez daha pek de beğenmediğin insana dönüşüyorsun. 2004/…
Fas Fiso, bir sanatçının tüm içtenliğiyle kendi ruhuna yaptığı bir kazı ile yüzleştiriyor okuyucusunu. Ben çok etkilendim. Filmini seyrettiğiniz, kitabını okuduğunuz ve şarkılarını dinlediğiniz onca sanatçının aslında derin acıları, hatta sizinkilerle karşılaştıramayacak kadar ‘yoksullukları’ olacağını şaşkınlıkla görüyorsunuz. Demek ki, iz bırakan, diğer yapıtlardan farklı yönleri ve etkileri ile içimizde, kendimize ait en korunaklı yerlerde sakladığımız sanat ürünlerinin bir özelliği de, böylesi özel duyarlılıkları olanlarca kotarılması imiş. Kitapta beni de sarmalayan birkaç sözü buraya almalıyım: “ Romantik filminde kötü adamdım ama sonra biraz yumuşatıldı o rol. Sinan Çetin filmdeki bana ‘Aslında iyi adamsın’ demedi de, ‘Kötüsün ama nedenlerin var’ dedi. Ben nedensiz kötü olmak isterdim. Sy:147/… ‘İşte tam da bunu söylemek istiyordum’ duygusu insanları etkiliyor. Çok sevdiğiniz bir yazar aslında çok büyük ihtimalle sizin içinizde olan şeyi söylüyor. Sy: 153,154./… Hayal kırıklığım kendimle ilgili değil, dünyayla ilgili. Dünya da sandığım gibi yer değilmiş, benim problemim bu. Dünya dediğin 3-5 arkadaşmış meğer Sy: 197./… ‘Şiir’ gibi, yaratıcısından çok şey alan, ama karşılığını ödemeyen nankör sanatlarla uğraşanlara çok saygım var. Sy: 209/… İnançla inançsızlık arasında sürekli dolaşıyorum. Sonsuzluk kavramı beni korkutuyor. 5 milyon yıl içinde benim 30 senelik ömrüm nedir ki? Ayrıca bu ömrü 6 milyar insanla paylaşıyorum. Ben kimim o sonsuzluk içinde? O kadar önemsizsem, mutsuzluğum niye var? Onu bertaraf edersem, mutluluğumu da bertaraf edeceğim. Sy: 211/... Aslında geleceği değil geçmişi istiyorum. Planlar, anbean değişen planlar… Bazen o kadar hissiz oluyorum ki, sabahlar işkenceye dönüşüyor. Sy: 215/… Yunanca, kadına çok yakışıyor. Genizden çıkardıkları bir harf var, hep birileri o sesi çıkarsın istiyorum. Sy:223/… Yaşlanmaktan değil, sıkılmaktan korkuyorum… İlerde hemen hemen her şeyin büyüsü gitmiş olacak. Sy:231/… Sosyete kantinin orada içtikleri meşrubatın depozitolarına ihtiyacı olmayan zengin çocuklar var. Bıraktıkları şişeleri topluyorum, hatta bazen onlara soruyorum: ‘Şişenin depozitosunu geri alacak mısınız, almayacak mısınız? diye. Sy: 242/… İnsanlar ne kadar zor şartlarda çalışıyorlar, sen bu uyduruk işle, eşek yükü para kazanıyorsun, bir sürü kişi de sana hayran oluyor. Çok ayıp hissettikleri!’ Mızmızın tekiyim, şımarık salak!. Yaşlı ergen! Benim için mutlu olmak böyle bir şey. Komik şeyler, çok eğlenmek, rezil olmak… Sy:249/…
İnsan en zor kendiyle konuşabiliyor. Kendisi ile yüzleşmek, defolarını, eksikliklerini, tutarsızlıklarını ya da hayallerini bir süzgeçten geçirmeden, dobra dobra, lafı eğil bükmeden söylemek sanatçılar arasında pek gözüken bir durum değil. Bu hesaplaşmayı gerekli görmeyenlerin ve ya sürekli erteleyenlerin kalıcı olmayacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kültür ve sanat tarihimiz bunun acıklı örnekleriyle dolu. Yaşarken alkış ve ilgi odağı olanların çoğu, bu dünyadan ayrıldıktan sonra unutulup gidiyorlar. Neler ürettiğiniz, ne gibi projeler de yer aldığınızdan çok nasıl yaşadığınızı ve yaşamınızın anlam dünyasına neleri dâhil edip, neleri çıkardığınızı da içtenlikle yazmalısınız. Aksi takdirde sizin için oluşacak kanaatler hep eksik ve yarım kalacaktır. Bu nedenle Teoman’ın anılan kitabını önemli buluyorum. Zaten meslektaşlarından farklı olduğunu hissediyor ama o ayrıntıların neler olduğuna dair derin analizler yapamıyordum. Fas Fiso, taşların yerine oturmasında önemli bir görev üstlenmiş.
Balans ve Manerva Filminde Alucra Lafzı:
Teoman 2005’de, ‘Balans ve Manevra’ adlı filmin senaryosunu yazmış, müziklerini bestelemiş, yapımcı ve yönetmenliğini yapmanın yanı sıra da film başrollerinden birini paylaşmıştır. Teoman, 2002’de ‘Maymun Firarda’ -yönetmen Erdal Murat Aktaş-, 2007’de de ‘Romantik’ -yönetmen Sinan Çetin- filmlerinde oyuncu olarak da yer almıştır.
Balans ve Manevra da, bir kahvehane sahnesi var. O sahnede, Bülent Kayabaş, Müslüm Gürses, Burak Sergen ve adını bilemediğim bir oyuncu okey oynamaktadır. Yancı olarak iki kişi daha vardır. Birisi tok sesli Diyarbakırlı tiyatrocu Erol Demiröz’dür. Geyik muhabbeti sürerken, Bülent Kayabaş sağ koltuğunun altındaki oyuncuyu kastederek 12 Eylül öncesi Alucra’nın Parak (yeni adı Babapınarı ve Teoman’ın babasının köyü) köyünde gerçekleşen komik bir olayı anlatır. Diyalog aşağı yukarı şöyledir: ‘Bunlar o zaman Maocu ya, devrimi yapacaklar ya, buradan doğruca Alucra’ya gidecekler, on sekiz on dokuz yaşında yedi sekiz kıçı kırık, düzeni değiştirecekler. Bunlar çalışıyor, hazırlanıyor ve de görev taksimi falan, sen kadınları örgütle ben kahvedeki gençleri bilinçlendiririm… Aaaa… konuşmayı da bu yapacak, afili delikanlı ya, konuşması da güzel. Buradan atlıyorlar taaa Alucra’nın Parak köyüne… Gidiyorlar doğru kahveye, bu hemen ortaya çıkıyor: Yoldaşlar bu düzen, bu sömürü düzeni… deyince, ordan biri ayağa kalkıyor: ‘siktir lan’ diyor bunlara. Bu delikanlı ya, niye geldiğini de unutuyor, ‘sen siktir göt’ diyor. Ulaaa, bunlara bi mariz bi mariz, bunlar kös kös ilk otobüsle geri dönüyorlar…
Sanırım büyük ihtimalle Teoman’ın köylülerinden dinlediği bu öykü, o filmin senaryosuna da bir anı olarak dâhil olmuş. Çünkü o yılların genel havası içinde bu türden siyasi çalışmalar oldukça popülerdi. Ben bile lise yıllarımın sürdüğü Ordu’ da birkaç defa buna benzer manzaralara rastlamıştım. Hatta yine Alucralı bir değer olan Harun Karadeniz’in de bu türden bir anısı var. O da şöyle gerçekleşiyor: 12 Eylül öncesi 1970’li yıllarda daha çok sol fraksiyonun Maocu takımı, köylere gidip böyle çalışmalar yapıyorlardı. Harun Karadeniz de, birkaç solcu arkadaşı ile Samsun’un Terme ilçesinde bir köye gidiyorlar. Amaç tütün köylülerini uyarmak ve onlara devrimci işçi mücadelesini hatırlatmak. Çünkü o günlerde üniversite öğrencilerinin işçiler ile dayanışması söz konusu idi. Neyse, ekip Terme’de bir köye gidiyorlar. Köylüler bu gençleri ağırlıyor, yedirip içiriyorlar. Gençler de köylülere, emeklerini alamadıklarını, sömürüldüklerini, artık uyanmaları gerektiğini anlatıyorlar. Köylülerde pek bir ses yok. Aradan birkaç gün geçince, bir öğleden sonra köylüler bu gençleri köyden kovuyorlar. Meğer o gün cuma günüymüş. Köylüler cuma namazı için hazırlık yapıyorlar fakat üniversiteli gençler hiç oralı değiller, aylak aylak köy kahvesinde çay içip, propaganda yapıyorlar. Köylülerin tepesi atıyor. ‘Defolun lan, Cuma… namaz hak getire. Sizler gibi Müslüman bize lazım değil deyip, gençleri köyden kovuyorlar.
Teoman, esprili, kafasının dikine giden, asi, müziği para için değil kendi için yapan aykırı bir sanatçı olarak var olmaya devam edecek.
Yorum yazarak Alucra Haber Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Alucra Haber hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Alucra Haber editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Alucra Haber değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Alucra Haber Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Alucra Haber hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Alucra Haber editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Alucra Haber değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)emre - güzel yazıydı. teşekkür ederiz. ufak şeylerden büyük ifadeler aldım
Yazılan yorumlardan Alucra Haber hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Alucra Haber editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Alucra Haber değil haberi geçen ajanstır.